Muğla ve çevresindeki köylerde az bilinen türkülerimiz-dendir. Genç bir gelinin, kayınbabası tarafından sıkıştırılması sonrası yaşanan acıklı bir olaydan doğduğu rivayet edilmiştir. Kayınbabası, oğlunun askere gitmesinden yararlanarak, gelinine ahlakdışı tekliflerde bulunur. Gelin, psikolojik bunalıma girer, derdini kimseyle paylaşamaz ve tarım ilacı içerek intihar eder.
TRT kayıtlarına henüz girmeyen türkülerimizdendir.
Mahalli sanatçılarımızdan İbrahim Ethem Yağcı tarafından,
Marçal dağı Yörüklerinden derlenip, kayıtlara aktarılmıştır.
Özümüz Sözümüz Sazımız, H. İlker Antınsoy, Muğla Ticaret Odası Kültür Yayınları -1
Sayfa: 55
Muğla Zeybeği olarak bilinen ve kayıtlara geçen türkünün ilk ortaya çıkışı konusunda birçok kaynak, ortak noktada buluşmaktadır. Ancak yaptığımız derleme çalışmalarından elde ettiğim notların özetini türküyle bağlantılı olduğu için aşağıda sunuyorum.
1895 yılında Hacı Nasuhlar'ın Hacı Halil Efendi'nin oğlu Cevdet Nasuhi(Savran), Tıp öğrenimi için İsviçre'ye gitmesi söz konusu olur. Muğla'dan ayrılmadan önce, Nişanlısı Hadiye Hanım için yazdığı şiirden doğmuştur.
Galip Birgili'yle akrabalık bağı olan Cevdet Nasuhi Savran, aynı zamanda, Galip Birgili'nin damadı Mehmet Sadık Algan ile de arkadaştı. 1916 yılında, Tıp öğrenimi görmek için İsviçre'ye gitmeden önce, nişanlısından ayrılmanın üzüntüsünü anlatan şiirini,arkadaşı Mehmet Sadık' a okumuştu.
Cevdet Nasuhi Savran'ın nişanlısı o dönemlerde Hadiye Hanım'dı.
Müzik öğretmeni Mehmet Sadık Algan'ın şiiri ilk kez besteleyip okuduğuna dair bilgi; Galip Birgili'nin oğlu Yunus Bilgili tarafından aktarılmıştır. Ancak bestelenmesinin ardından hem Galip Bey hem de başka müzisyenler bu parçayı okuyup söylemişlerdi. Bestelendiği tarih olarak 1920'li yılların başı kabul edilmektedir.
1942 yılından Muzaffer Sarıözen tarafından, Galip Birgili ve Raziye Gülten'den alınıp TRT arşivlerine, 397 Repertuar numarasıyla geçirilmiştir.
Ancak türkünün adı; "Alı Da Verin Benim Baruduma Saçmama" olarak verilmiştir. Sözleri üzerinde çok fazla değişiklik yoktur.
Türkünün geniş derlemelerini Araştırmacı Yazar Mehmet Ali EREN, yazılı olarak;
Araştırmacı Yazar H. İlker ALTINSOY ve Mahalli Sanatçı İbrahim Ethem YAĞCI belgesel olarak
çekimleyerek yayınlamıştır.
Muğla Türküleri. Muğla Ticaret Odası Kültür Yayınları I. Özümüz, Sözümüz, Sazımız Kitabı.
Özümüz Sözümüz Sazımız, H. İlker Antınsoy, Muğla Ticaret Odası Kültür Yayınları -1
s:265
Pisi'de kalan Kerimoğlu Mehmet'in Pisili Ayşe adlı kadınla olan evliliğinden doğan Hüseyin (Deli Hüseyin), Kocabıyıklar'ın kızı Hatça ile evlenir. Bu evlilikten; Mehmet (1873), Ali (1874), Hüseyin (1876), Gülsüm(1878), Eyüp (1882) adlı çocukları olur. Çobanlık ve Çiftçilikle geçimlerini sağlarlar. Kerimoğlu Eyüp, Pisili Kerimoğlu ailesinden, Deli Hüseyin ve Hatice' nin en küçük çocuğudur. 1882 doğumludur. Ailenin en büyük oğlu Mehmet bir düğün sırasında öldürülür.İkinci oğlu Ali, Kafkasya cephesinden dönemez. Ayşe hastalıktan ölür. Hüseyin (1874) Pisi Köyünü terk eder ve konturbazlık (tütün kaçakçılığı) işine bulaşır. Baba Deli Hüseyin de, çocukları küçükken ölür. Pisi'de ailenin tek temsilcisi Eyüp kalır.Ağabeyi Hüseyin ise, daha çok Bodrum yöresine gider gelir. Burada kaçak tütün alıp satma işine girer. Amcası Ali'nin hapiste olduğunu, bu bölgede namlı bir eşkiye olduğunu bilmeden Kerimoğlu adı yüzünden, adı arttıkça artar. Kısa zamanda kendisine yardımcı olacak adamları bulur, işini daha da geliştirir. Yöre topraklarının olduğu gibi, Pisi topraklarının iki sahibi vardır. Muğlalı Doktor Hüseyin Bey ve Şerif Efendi. Pisi'nin o yıllardaki ağası, Doktor Hüseyin Ney'in kahyası İzzet Ağa'dır. İzzet, aynı zamanda Muhtardır. Onun malları, istediği yere girip çıkar. Kimsa ona karışamaz. Eyüp, birkaç dönümlük topraklarına (Yazbağı denilen mevkiide) geçimlik darı ekmiştir. İzzet Ağa'nın malları , bu darı tarlasını bozunca, ağabeyinin mavzeriyle tarlaya giren öküzleri öldürür. Bu olay sonrası yaşanan gerginlik, Hüseyin'in gelmesi ve öküzlerin parasını ödemesiyle biter. Ancak İzzet Ağa'nın çobanları, Kerimoğulları'nın tarlasına, hayvanları tekrar salar. Eyüp buna tekrar müdahale eder. Artık düşmanlık, yeniden başlamıştır. 1900 yılında Maşat denilen yerde, bir düğün kurulur. Düğünde Hüseyin'in yakın arkadaşı Kavaklar'ın Karacaoğlan, Eyüp'ün oyununu sarhoş kafayla bozar.
Eyüp, bunun hakaret olduğunu bilmesine rağmen, Kocaoğlan'ın ağabeyinin yakın arkadaşı olmasından ses etmez. Ancak Kocaoğlan, gider İzzet Ağa'nın masasına oturur ve onlarla eğlenmeye başlar. Eyüp buna dayanamazve elindeki tek sıkımlık tabancayla, Muhtar İzzet'in üstüne yürür. Kargaşa sırasında İzzet yaralanır ve Eyüp de kaçar. Dere içine girince, Gosmel adında köylüsü tarafından yakalanır. Dövüle dövüle geri getirilir. Eyüp'ün anası Hatça Kadın, olayı duyup düğün meydanına koşar ve oğlunu kurtarır. Ertesi gün Muhtarı vurduğu için, kolcular tarafından arandığı haberi gelir. Yararlı haliyle mavzeri alır ve dağa kaçar. Ardından gelen takipçilerler çatışmaya girer. Bir asker ölmüştür artık.
Olaylar gelişir, genişler. Bu arada Çakallar(Yerkesik-Menteşe Mahallesi) mevkiinde yaşayan İbiş İbram'ın güzel torunu Sarı Sultan'ı, bir düğün arasında görür ve ona aşık olur. Onunla bir süre sonra tanışır, sevişir.
Eyüp'ü yakalamak için devriyeler, bölükler sevkedilir. Birkaç kez çatışma yaşanır ve bu çatışmalar sırasında da bir asker daha ölür.
Müzik öğretmeni Mehmet Sadık Algan'ın şiiri ilk kez besteleyip okuduğuna dair bilgi; Galip Birgili'nin oğlu Yunus Bilgili tarafından aktarılmıştır. Ancak bestelenmesinin ardından hem Galip Bey hem de başka müzisyenler bu parçayı okuyup söylemişlerdi. Bestelendiği tarih olarak 1920'li yılların başı kabul edilmektedir.
1942 yılından Muzaffer Sarıözen tarafından, Galip Birgili ve Raziye Gülten'den alınıp TRT arşivlerine, 397 Repertuar numarasıyla geçirilmiştir.
Ancak türkünün adı; "Alı Da Verin Benim Baruduma Saçmama" olarak verilmiştir. Sözleri üzerinde çok fazla değişiklik yoktur.
Türkünün geniş derlemelerini Araştırmacı Yazar Mehmet Ali EREN,yazılı olarak; Araştırmacı Yazar H. İlker ALTINSOY ve Mahalli Sanatçı İbrahim Ethem YAĞCI belgesel olarak çekimleyerek yayınlamıştır.
Muğla Türküleri. Muğla Ticaret Odası Kültür Yayınları I. Özümüz, Sözümüz, Sazımız Kitabı.
Özümüz Sözümüz Sazımız, H. İlker Antınsoy, Muğla Ticaret Odası Kültür Yayınları -1 s:265
Gökovalı mahalli sanatçı Ergün Dere'nin kendi yaktığı bir türküdür. Gökova'ya Sakar denilen bir tepeden inilir. Buradan körfezin görüntüsü adeta cennet köşesini andırır. Ozan, dere içlerindeki taşlardan, suyuna kadar bütün güzellikleri yukarıdaki sözlerle dile getirmiştir.
Mahalli Sanatçılarımızdan İbrahim Ethem Yağcı tarafından 1997 yıllarında Ergün Dere'den derlenerek kayıtlara geçirilmiştir.
Özümüz Sözümüz Sazımız, H. İlker Antınsoy, Muğla Ticaret Odası Kültür Yayınları -1
Sayfa: 133
Düğerek mahallemizden doğan başka bir türküdür. Türküyü Muğlalı müzisyen Münir Aydın'ın, Yılanlı Orman İşletmesinde çalıştığı yıllarda, söylediği bilinmektedir. Kendisi daha sonraki yıllarda Fransa'ya gitmiştir. Türkü, halk arasında hala yaygın olmasa da söylenmektedir. Manilerden üretildiği görülmektedir. Sonlarında okunan nakaratları 5'li hece ölçüsüdür, türkünün kendi sözleri ise 7'li hece ölçüsüne uygundur.
Düğerek'in arkasındaki görkemli dağın sarplığını, suyunun soğukluğunu, bağlarının güzelliğini anlatan ve bu arada da
sevdasını aktaran bir konu ele alınmıştır türküde.
Mahalli sanatçımız İbrahim Ethem YAĞCI tarafından 1985 yılında derlenerek kayıtlara geçirilmiştir.
Halen ezgisini birçok programda söyleyerek folklorumuzdaki bu zenginliğin unutulmaması için uğraşmaktadır.
Özümüz Sözümüz Sazımız, H. İlker Antınsoy, Muğla Ticaret Odası Kültür Yayınları -1
Sayfa :142
Muğla'nın merkez meke köyünden Mustafa Bozdağdan alınan türküdür. Ev kuşu denilen, ev güvercinleridir. Eskiden Muğla'da birçok evde güvercin beslenirdi. Bu kuşlar, nereye giderse gitsin, kendi evlerine geri dönerler.
Güvercinlerin geri dönüşleri gibi ölüm nedeniyle evinden, eşinden ayrılan kızın geride kalan sevdasını ve yaşama özlemini yansıtan bir türküdür.
İkinci dörtlüğünden sonra da türkü sözleri anonim bir maniden alınmıştır. Burada da; eğer anası sevdiğine vermezse, kaçma düşüncesi işlenmiştir.
Türkü derlemesiyle ve doğuşuyla ilgili yazılı kaynak yoktur.
Mahalli sanatçımız İbrahim Ethem YAĞCI'nın, sözlü derleme çalışmaları sonrası, türkünün birçok sözü,
toparlanarak ölçülü hale getirilmiş, çalınıp söylenmeye yeniden başlanmıştır.
Özümüz Sözümüz Sazımız, H. İlker Antınsoy, Muğla Ticaret Odası Kültür Yayınları -1
Sayfa: 148
Muğla merkez türkülerindendir. Yakın bir geçmişe kadar kız düğünlerinde düğüncü kadınlar çalıp söylerdi.
Türkü 7'li hece ölçüsüyle söylenmiştir. Mani özelliği de gösterir. Her dörtlükten sonra tekrarlanan kavuştak dörtlükleri vardır.
Başka yerlerde güzel arayan bir gencin, komşu kızının güzelliğini göremeyişinin yakınmasını dile getirir.
Mahalli Sanatçı İbrahim Ethem Yağcı, eski saz ustalarından derleyerek kayıtlara geçirmiştir.
Türkünün en doğru söylenişi konusunda da yeterli kaynak araştırması yapılmış olup yukarıdaki biçimiyle okunduğu tespit edilmiştir.
Özümüz Sözümüz Sazımız, H. İlker Antınsoy, Muğla Ticaret Odası Kültür Yayınları -1
Sayfa: 154
Türkünün söz ve müziği, Ankara Radyosu adına derlemeler yapan Muzaffer Sarısözen ve ekibi tarafından,
10.08.1942 tarihinde, Galip Birgili ve Raziye Gülten'den derlenmiştir. TRT Müzik Dairesi Yayınlarının
761 numarasıyla kaydedilerek, Türk folkloruna Muğla türküsü olarak kazandırılmıştır.
Daha sonraları derleme ve araştırma çalışmaları, birçok yazar ve sanatçı tarafından yapılmıştır.
2005 yılında da H.İlker Altınsoy ve İbrahim Ethem Yağcı tarafından,
sözlü derlemeler ve kaynak taramaları
bütün yönleriyle yapılarak, belgesel program hazırlanmış ve Kanal-F'de yayınlanmıştır.
Özümüz Sözümüz Sazımız, H. İlker Antınsoy, Muğla Ticaret Odası Kültür Yayınları -1
Sayfa: 159
Bu türkü, bazı kaynaklara göre Yeniköylü Mustafa Bacaksız tarafından; bazı kaynaklara göre ise Pisili Kemancı Tahir Usta (Erdinç) tarafından yakılmıştır.
1944 yılının son aylarından itibaren yörede en çok sevilip dinlenilen türkülerimizdendir.
Türkünün ilk derlemecileri arasında Prof. Şadan Gökovalı, Müzisyen Mehmet Uslu, Radyo sanatçısı Nazmi Yükselen,
Yazar Yaşar Özürküt, Araştırmacı Yazar M. Ali Eren'in adını görüyoruz.
Türküyle ilgili, Araştırmacı yazar H. İlker Altınsoy ve Mahalli Sanatçı İbrahim Ethem Yağcı, her iki beldeye de gidip,
birinci derecedeki kaynak kişilerden ve olayın görgü şahitlerinden bilinmeyen yönleriyle en geniş biçimde derleyerek,
belgesel çekimler yapmışlardır.
Bu belgesel çekimler, ayrıca Kanal-F televizyonunda yayınlanmıştır.
Ayrıca Yazar H. İlker Altınsoy, türkünün öyküsünü, "Karaova Düğünü" adlı edebi bir çalışmasıyla kitaplaştırarak,
2003 yılında yayınlamıştır..
Sayfa: 215
Daha sonraları derleme ve araştırma çalışmaları, birçok yazar ve sanatçı tarafından yapılmıştır.
2005 yılında da H.İlker Altınsoy ve İbrahim Ethem Yağcı tarafından,
sözlü derlemeler ve kaynak taramaları
bütün yönleriyle yapılarak, belgesel program hazırlanmış ve Kanal-F'de yayınlanmıştır.
Özümüz Sözümüz Sazımız, H. İlker Antınsoy, Muğla Ticaret Odası Kültür Yayınları -1
Sayfa: 159
Tınaz köyünde işlenen ve bir babanın kendi oğlunu öldürmesiyle sonuçlanan, cinayet olayından sonra yakılmıştır. Türküyü, Bayırlı Kemancı İsmail Kaya oluşturmuştur.
Tınaz köyünün, onlarca senedir nüfusunun artmamasının nedeni olarak, hem toprak yetersizliği hem de bu tür olayların çokluğu olarak gören Kemancı İsmail, kendisine göre bunların nedenlerini aktardığı duygularını, türküye dökmüştür.
Türkü, iki bend ve iki de kavuştaktan oluşur. Bendler, kendi arasında; kavuştaklar da kendi arasında uyaklanmıştır.
Türküyle ilgili en geniş araştırmaları ve kaynak kişiden görüntülü çekimleri, Aşık Abbas Balcı,
Mahalli Sanatçı İbrahim Ethem Yağcı ve Araştırmacı Yazar İlker Altınsoy 2005 yılında yapmıştır.
Türkünün nota çalışmaları henüz tamamlanmamıştır.
Özümüz Sözümüz Sazımız, H. İlker Antınsoy, Muğla Ticaret Odası Kültür Yayınları -1
Sayfa: 317
Topaloğlu Mehmet Efe(Ercan); 1887-1958 yılları arasında yaşamış ve Kuvay-i Milliye hareketine katılmış, Muğla’nın varsıl ailelerinden bir gençtir. Aynı zamanda Muğlalı serdengeçtilerdendir.
Türkü, 1927 yılında yaşanan acı bir olaydan doğmuştur.
Asar mahallesinde yaşayan Hafize adlı bir güzelle Mehmet Efe arasında gönül ilişkisi vardır. Ancak Hafize’yi, Mehmet Efe’nin evli olmasından dolayı komşularından birisiyle evlendirmek isterler. Buna izin vermeyen Mehmet Efe, Hafize’nin evine gider ve onu yaralar. Bu yara sonrası kan kaybından ölür Hafize.
Olay sonrası bir süre dağda saklanan Mehmet Efe teslim olur. 1932 yılında da hapisten çıkar. Yayladaki Kırkahvesi mevkiindeki yurdunda tütüncülük yapar. Birçok kişiye hem ekmek sağlar hem de onlara kol kanat gerer. Halk arasında sevilir ancak Hafize’yi de öldürdüğüne de bin pişmandır.
Ölüm olayının ardından Asar Mahallesi’nin düğüncü kadınlarından Arap Ana adlı kadın tarafından türkü yakıldığı sanılıyor. Bu olayın araştırılması çalışmalarında çok küçük anlatı farklılıkları da tespit edilmiştir. Araştırmacı Yazar M. Ali EREN, “ Öyküleriyle Muğla Türküleri”, Devlet Eski Bakanı Erman ŞAHİN, “Muğlalı Avcılar” adlı eserlerinde kaynak kişilerin farklı anlatımlarına yer verirken, Araştırmacı Yazar H. İlker ALTINSOY da Kanal-F adına hazırladığı “Cavır Asar’ın Yolları” adlı programda dönemin canlı tanıklarından ve onların anılarından yararlanarak gizli kalmış anlatımları ve olay mekanlarını tek tek görüntülemiştir. Türkünün söylenimi, Mahalli Sanatçı İbrahim Ethem YAĞCI tarafından çalınıp söylenmektedir. Muğla Türküleri. Muğla Ticaret Odası Kültür Yayınları I. Özümüz, Sözümüz, Sazımız Kitabı. s:99-100
Gevenes (Çaybükü) köyünde, 1946 yılının Temmuz ayında yaşanan bir cinayet öyküsünden doğmuştur.
Dönemin zenginlerinden Molla Mehmet’in lakabı Soğanoğlu’dur. Soğanoğlu ailesi; bölgenin en güçlü ailesidir. Mustafa (Şahbudak) da ailenin dördüncü oğludur.
Köyün Muhtarı, Tevfik Cezayir’dir. Herkes tarafından sevilir. Köyün yukarısında, “Belen Kahvesi adı verilen bir kahve vardır. Köyün erkekleri çoğu kez burada toplanır, akşamları dama oynarlar. Muhtar Tevfik ile Mustafa Şahbudak arasında da iddialı dama oyunu oynanır.
Köye görevli gelen Ormancı Mehmet İn (Sarı Mehmet), eğlenceyi sevdiği kadar da, görevine sadık birisidir. Yüzü asıktır.
Köylülerle görevi nedeniyle sık sık geçimsizlikler ve tatsızlıklar yaşar. Yaz döneminde orman yangınları sık sık yaşandığından
köylüler de yangın söndürmede zorunlu görev yaparlar.
Temmuz ayının üçünde Kozağaç, Bencik ve Gevenes bölgesinde orman yangını çıkar. Yangın üç gün içinde söndürülür.
Ancak herkes yorgundur. Ormancı Sarı Mehmet, yangın sonrası tetkikleri yapmaktadır. Yangının çıkışıyla ilgili ihbarlar gelir.
“Yangını, Çiftlik Köyü’nden Yılık Salih’in Durmuş çıkardı” ihbarını değerlendirmeye alır. Muhtara durumu iletir.
Muhtar da araştırır ancak, yangının çıktığı gün, Durmuş’un izin süresi bittiğinden asker ocağına döndüğünü öğrenir.
Köyüne döner. Belen Kahvesi’ne çıkar ve Mustafa ile dama oyununa başlarlar.
Aynı gün, Ormancı Sarı Mehmet, öğleye doğru arkadaşı Ahmet Çavuş’la birlikte biraz içer. Yangın yerlerini
tekrar gözden geçirerek, Gevenes’e döner. Gevenes’ten bekçi Ali’yi (Demir) alıp, Çiftlik köyüne gidecektir.
Yolda, Sepetçi Dağının eteklerinde, yangın yerinde hala köz görür. Doğruca kahveye çıkar.
Muhtarın, Mustafa ile dama oynadıkların görünce oyuna müdahale eder. Biraz sarhoş olduğundan, önce alttan alırlar.
Mustafa; “ Ormancı geç otur. Sarhoşsun, otur yerine adam gibi konuş” der. Ormancı, bunun üzerine oyunu tekrar bozar
ve “Ben bekçiyi istiyorum, yangına adam istiyorum, sen oturup dama oynuyorsun” der.
Bu kargaşa sırasında, Mustafa, Ormancı’ya tokat atar. İri yarı adamdan yediği tokatla Ormancı sendeler ve yıkılır. Araya girerler ve ayırırlar. Ormancı, dışarı çıkarıldığında kamasını eline alır ve tekrar girer. Mustafa’ya küfreder. Mustafa da onun üstüne yürür. Bu sırada Ormancı, Mustafa’yı kolundan yaralar ve dışarı kaçar. Mustafa, acıyla elini tutarken, diğer eliyle de tabancasını çıkarır. Muhtar Tevfik, Mustafa’yı engellemek isterken tabancadan çıkan kurşunlardan birine hedef olur ve yaralanır. Hastaneye gece yarısı götürülebilir. Muğla Devler Hastanesi’nde ertesi gün ölür. Mustafa olay sonrası dört yıla yakın cezaevinde kalır. Ormancı Mehmet İn’in görev yeri değiştirilir. Muhtar Tevfik’in ölümünden sonra, karısı Pembe ve çocukları köyde yalnız kalırlar. Soğanoğulları daha sonra köyden ayrılır. Olay sonrası Pisili Kemancı Tahir Usta tarafından, türkü yakılarak söylenmeye başlanmıştır. Milaslı Radyo Sanatçımız Nazmi Yükselen de türküyü İstanbul radyosunda okuyarak TRT arşivlerine kazandırmıştır. Ancak bu türkü TRT kayıtlarına hem sözlerindeki, “Gevenes yerine Gireniz Köyünün adı” geçirilerek, hem de türkünün adı yerine “Çıktım Belen Kahvesi’ne” biçiminde girerek yanlışlıklar yapılmıştır. Belen Kahvesi, Muğla Valiliği tarafından 2005 yılında restore edilerek hizmete açılmıştır. Olayın detayları konusunda Birinci dereceden kaynak Kişi Mustafa Şahbudak ve olayın birinci dereceden görgü şahitlerinin anlatımlarını dinleyerek, köyü terk eden yine birinci dereceden tanıklara ulaşarak dinleyen, onların konuştuklarını kayıt altına alan, Muhtar Tevfik ve olaya uzak yakın ilgisi olan insanların fotoğraflarıyla birlikte belgelendiren Araştırmacı Yazar H. İlker ALTINSOY, “ ORMANCI” adlı eserini 2005 yılında belgesel roman türünde yayınlamıştır. Ayrıca Mahalli Sanatçı İbrahim Ethem YAĞCI ile birlikte Belgesel çekimler yaparak Kanal-F’de yayınlanmıştır. Muğla Türküleri. Muğla Ticaret Odası Kültür Yayınları I. Özümüz, Sözümüz, Sazımız Kitabı. s:270-272
1860’lI yıllarda Muğla’nın Azmakçılar ailesinden Halil, Çüçenler ailesinden Mehmedi öldürür.
Olay sonrası Halil teslim olur. Kısa sürede Hakim kararı onaylar, Halil asılarak öldürülür.
Halil’in asılmasından sonra yakılan ağıttan doğmuş bir türkümüzdür.
Çüçenler türküsü olarak da söylenir. Sözlerinde büyük bir değişiklik olmamıştır. Tek parmakla cümbüş çalan Muğlalı Gültekin Şaban’dan, sözü müziği alınmış, Türkü, sazı ve sözü ile yeniden İbrahim Ethem YAĞCI’nın çalışmasıyla tekrar halkımıza sunulmaktadır.
1860’lI yıllarda Muğla’nın Azmakçılar ailesinden Halil, Çüçenler ailesinden Mehmedi öldürür.
Olay sonrası Halil teslim olur. Kısa sürede Hakim kararı onaylar, Halil asılarak öldürülür.
Halil’in asılmasından sonra yakılan ağıttan doğmuş bir türkümüzdür.
Çüçenler türküsü olarak da söylenir. Sözlerinde büyük bir değişiklik olmamıştır. Tek parmakla cümbüş çalan Muğlalı Gültekin Şaban’dan, sözü müziği alınmış, Türkü, sazı ve sözü ile yeniden İbrahim Ethem YAĞCI’nın çalışmasıyla tekrar halkımıza sunulmaktadır.
erimoğlu Hüseyin Efe’nin en yakın arkadaşı Çolak Mustafa’nın oğlu Murat Efe ve damadı Hacıgümüşoğlu Hüseyin arasında geçen, acıklı bir olayın öyküsüdür bu türkü.
Murat, gençliğinde de çok kez hapse girip çıkan, sert mizaçlı birisidir. 1925 yılında, eniştesine küfreden birisini, ağzına kurşun sıkarak öldürür. Cezaevinde uzun süre yatar. Cezaevindeyken Ramazan ayı akşamlarından birinde eniştesinden yiyecek ve 500 lira para ister. Eniştesi paranın yarısını getirince ilişkileri bozulur.
1940 yılında aftan yararlanarak çıkar. Eniştesi ile zaman zaman barıştırılır ancak aralarında, hep soğukluk vardır.
1944 yılının Mart ayının başında Karaova Çömlekçi tepesinde, ortak dostları Hacı Mustafalar’ın oğlu Veysel (Ayhan)’in düğününe de davet edilirler. Düğüne birlikte giderler. Milas’a geldiklerinde, Yağ İşletmecisi, Süvari Hakkı’nın evine konuk olurlar. Orada gecelerler ve ertesi günü, Karaova’ya hareket ederler. Hacıgümüşoğlu Hüseyin, Karaova’ya varmak üzereyken, silahını Milas’ta unuttuğunu fark eder ve geri dönmek ister. Murat, eniştesine engel olur. “Ben yanındayken kılına zarar gelmez” deyip geri dönmekten vazgeçirir.
Çömlekçi’deki düğün evine gece vardıklarında, her ikisini ayrı evlere konuk ederler. Ertesi gün, gündüz başlayan düğünde de ayrı ayrı eğlenirler. Akşamüzeri yapılacak olan güreşlerin başlatılması ise, düğün sahibi Osman Ağa (Veysel Ayhan’ın ağabeyi) tarafından bu seçkin misafirlere verilir. Murat Çolakoğlu, güreş mandalına(alanı) daha erken gider. Eniştesinin gelmesi için iki kez davul zurna gönderir. Eniştesinin yanında eğlenenler, davulcuları davulcuları oyalayınca geç kalınır. Buna kızan Murat da güreşi başlatır. Güreşlerin başlatıldığını duyan Hacıgümüşoğlu ve arkadaşları öfkeyle güreş alanına inerlerken, gruptan birileri “ güreşi başlatana herkesin duyacağı şekilde küfreder”. Bu olay sonrası Murat Efe’yi gören herkes, sağa sola kaçışır. Ortada yalnızca Hacıgümüşoğlu kalır. İkisi arasında; “Murat, güreşler yeniden başlayacak!”
“Enişte, sen çekil aradan. Biraz önce sövüp, şimdi kancık karı gibi kaçan… çıksın ortaya.”
“Murat, güreşler yeniden başlayacak dedim!”
Şeklinde konuşmalar geçer. Hacıgümüşoğlu Hüseyin, eliyle Murat’ı itmeye katlığı anda, Murat’ın bıçak darbeleriyle yaralanır. Yaralı olarak, Çakıroğlan’ın (Mehmet Özçakır) evine götürülür. Bir yandan, Mumcular’daki Akif Çavuş’a haber salınır. Diğer yandan araba bulunması için gönderirler. Yaralıyı hiç kimse götürme cesaretinde bulunamaz. Güreşler, Murat’ın emriyle yeniden başlar ve gece boyu sürer. Akif Çavuş ve jandarmalar geldiği zaman güreşler sürmektedir. Murat Efe, oturduğu yerden kalkmaz ve güreşler bitince teslim olur. Ağır yaralanan Hacıgümüşoğlu ise arabayla Muğla Devlet Hastanesi’ne getirilir. Beş gün sonra da ölür. Ölüm önce Kafaca halkını, sonra da bütün Muğlalıları üzer. Ölümünün ardından Hacıgümüş’ün karısı Aynımah ve yakınları tarafından ağıtlar yakılır. Murat, eniştesini öldürdüğü için pişmandır ancak, sözünün üstüne söz söyletmeyen yapısının kurbanıdır. Eniştesi Hacıgümüşoğlu da, çevresindeki sahte dostlarının kurbanı olmuştur. Türkü, bazı kaynaklara göre Yeniköylü Mustafa Bacaksız tarafından, bazı kaynaklara göre ise Pisili Kemancı Tahir Usta(Erdinç) tarafından yakılmıştır. 1944 yılının son aylarından itibaren yörede en çok sevilip dinlenilen türkülerimizdendir. Türkünün ilk derlemecileri arasında Prof. Şadan GÖKOVALI, müzisyen Mehmet USLU, Radyo sanatçısı Nazmi YÜKSELEN, Yazar Yaşar ÖZÜRKÜT, Araştırmacı Yazar M. Ali EREN’in adını görüyoruz. Türküyle ilgili, Araştırmacı Yazar H. İlker ALTINSOY ve Mahalli Sanatçı İbrahim Ethem YAĞCI, her iki beldeye de gidip, birinci derecedeki kaynak kişilerden ve olayın görgü şahitlerinden bilinmeyen yönleriyle en geniş biçimde derleyerek, belgesel çekimler yapmışlardır. Bu belgesel çekimler, ayrıca Kanal-F televizyonunda yayınlanmıştır. Ayrıca Yazar H. İlker ALTINSOY, türkünün öyküsünü, “Karaova Düğünü” adlı edebi bir çalışmasıyla kitaplaştırarak, 2003 yılında yayınlamıştır. Muğla Türküleri. Muğla Ticaret Odası Kültür Yayınları I. Özümüz, Sözümüz, Sazımız Kitabı. s:213-215
Çakır Mehmet Yatağan- Turgut Köyündendir. Tütün ağasıdır. Yanında çalışanlardan Adem adlı kişiyle sıkı bir dostluğu vardır. Bu dostluğu çekemeyenler Adem’in kızı Naime ile Çakır Mehmet arasında bir aşk ilişkisi olduğu dedikodusunu yayarlar. Naime ile Çakır Mehmet arasında gizli bir sevda vardır ancak bu sevda platoniktir.
Dedikodulara kulak asan Adem, Çakır Mehmet’i öldürmeye karar verir.
Adem, Hüseyin Çavuş, Salih Kaplan ve Çakır Mehmet’i evine yemeğe davet eder. İçkiler içilir. Adem öldürmeyi planladığı Çakır Mehmet’in içkisine “köpek otu suyu” katarak sarhoş eder ve hasırının altına sakladığı kasap bıçağıyla Çakır’ı öldürür.
Olay sonrası köylü halkı tarafından ağıtlar yakılır, bu ağıtlardan da Pisili Kemancı Tahir Üç Memetler türküsünü çalıp söyler.
Olayın geçtiği yıl olarak kaynaklar, 1941 yılının sonbahar ayları olduğunu doğrulamaktadır.
Türkünün öykü derlemelerini Tarcan Oğuz yapmıştır. Durmuş Yazıcıoğlu tarafından Mursal Ünsal’dan
derlenen sözleri ise TRT Repertuarına kaydedilmiştir.
Muğla Türküleri. Muğla Ticaret Odası Kültür Yayınları I. Özümüz, Sözümüz, Sazımız Kitabı. s:45
Yöre türkülerimizin nerde doğduğu oluşum yerleriyle birlikte gezip yerinde arayıp sorarak derlemeler kendi
tarafımdan hazırlanmıştır.Çalıp söyleyenlerden de en eski özünü bozmamış şekilde kişilerden de faydalanıp halka
kendi çalışmalarımı sunmuş bulunmaktayım.
Muğla Yöresi Türkülerinde Muğla Zeybeği, Kerimoğlu, Cavur Hasar, Abdaslıktan Su Damlar, Denizüstü Köpürür,
Kesme Memet, Alaşar, Ferayi, Bağlamam Üç Telli, Ormancı, Karaova Düğünü, Gurucu Ovanın Çamları, Allan Gavağı ve
Pisili Kenancı Tahir Erdinç in hataının belgeselini yapmış bulunmaktayım.Bu çalışmalar Yerel Televizyonlarda halka
sunulmaktadır.Bunu yanısıra Televizyonlarda bu yöreye benim gibi gönül veren Edebiyat öğretmeni Hüzeyin İlker Altınsay
Bey in kaleminden Kerimoğlu,
Ormancı, Karaova Düğünü, Muğla Manileri Özümüz Sözümüz adlı kitaplara dönüştürülmüştür.